Nasreddin Hoca’nın hocası olan Seyyid Mahmut Hayrani’nin türbesi 1224 yılında Ferruh Şah tarafından yaptırılan ve ismiyle anılan zaviyenin içerisinde yer almaktadır. Seyyid Mahmut Hayran Zaviyesi, mescit, türbe ve hamamdan meydana gelmektedir. Bazı kaynaklarda, Ankara Savaşı sonrasında, Yıldırım Bayezid’in zaviyenin mescidi olan Ferruhşah Mescidinin altında yer alan bölümde esir edildiği ve burada vefat ettiği belirtilmektedir.
Tarihçe
Seyyid Mahmut Hayran Türbesi, aynı isimle anılan zaviye içerisine yapılmıştır. Konya Akşehir ilçesinin batısında sur içerisinde bulunan Seyyid Mahmut Hayran Zaviyesi, mescit, türbe ve hamamdan meydana gelmiştir. Bu zaviyeyi Roma dönemi harabeleri üzerine Kuluzade Ferruh Şah 1224 yılında yaptırmıştır.
Türbe
Türbe, kare planlı yüksek bir taş kaide üzerinde, tuğladan dilimli silindirik gövdelidir, üzerini piramidal bir külah örtmektedir. Dilimlerin aralan dikey tuğlalarla örülmüştür. Üç renkli sırlı tuğla süslemeler ve sonraki yıllarda buraya eklenen çinilerle görkemli bir görünüş elde edilmiştir. Çiniler. Aslen Acem olan Muşu Ihı Abdullah oğlu Ahmet tarafından yapılmıştır.
Türbenin içerisi kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içerisi firuze çinilerden altı köşeli yıldızlar ve kare şeklindeki altıgen motifleri ile bezenmiştir.

Kitabe
Giriş açıklığının üst kesiminde, dikdörtgen şekilli mermer üzerine yazılmış onarım kitabesinde “Allah bu temiz ve ıtırlı türbenin yenilenmesini H.8I2 yıllarında Seyyidlerin Seyidi. Evliya oğlu büyük alim, yerlerin ve göklerin Rabbinin teyidiyle müeyyad, Seyidi Mahmut oğlu Seyyid: Muhyiddin oğlu Seyidi Ali oğlu Sevyidi Muhyiddin emretti.” şeklinde yazmaktadır.
Bu kitabe ile türbenin 812/ 1409-1410 yılında Seyyidi Muhyiddin tarafından tamirat yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Türbenin Vakıflar genel Müdürlüğü tarafından 1964 ve 2008 yıllarında restorasyonu yapılmıştır.

Sanduka
Eskiden türbe içerisinde Türk ahşap işçilik ve oymacılık sanatının şaheserleri denilebilecek üç ve bir rivayete göre dört sanduka vardı. Bu sandukalar:
- Necmeddin Ahmet sandukası
- Seyyid Mahmut Hayran(i) sandukası
- Seyyid Ali sandukası
Konya’da oturan Alman konsolosun teşvikiyle Anadolu-Bağdat Demiryolları Müdürü Hügnen’in demiryolu memurlarından Efkaryan ismindeki bir ermeni yardımıyla bu sandukaları çaldırtmış ve Almanya’ya gönderilirken yakalanmıştır. Bu sandukalar 1914 yılında İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne verilmiştir. Şimdi orada muhafaza ediliyorlar. Ancak sanduka üzerindeki hörgüçlü tabutlardan biri elde edilememiştir. 1990’da yayınlanan katalogdan bu tabutun Kopenhag Devid’s Samling koleksiyonunda olduğu belirlenmiştir. İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesinde bulunan sandukanın kitabesinin Türkçesi şöyledir:
“Velilerin kutbu mesut şehit, merhum ve mağfur senedim ve efendim Seydi Mahmud İbni Mesut 667 H. 1268 M. yılında ölmüştür. Allah’ın geniş rahmeti üzerine olsun.”

Ahşap Kapı: Doğu yönündeki giriş kapısı ceviz ağacından tek kanatlı olup, devrinin en iyi ağaç işi örneklerindendir. Bugün bu kapı Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Etnografik Eser Salonumda teşhir edilmekledir.
Ferruhşah Mescidi
Ferruhşah Mescidi, Seyyid Mahmut Hayrani Mescidi veya Cıncıklı Mescit olarak de bilinmektedir. Bazı kaynaklarda, Ankara Savaşı sonrasında, Yıldırım Bayezid’in bu mescidin altında yer alan bölümde esir edildiği ve burada vefat ettiği belirtilmektedir.

Ferruhşah Mescidi, Kare planlı ve tek kubbeli olup, yapımında daha önceki tarihlere ait devşirme malzemeler kullanılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe trompludur. Dergâh mescidinin kapı ve pencere üstleri firuze ve mor çiçeklerle bezenmiştir. Kapı kanatlan ise kündekâri tekniğinde rumi ve geometrik bezelidir.
Kitabesine göre H. 621 -M. 1224 tarihinde 1. Alâeddin Keykubat zamanında Konyalı Kuluzade Ferruhşah tarafından yaptırılmıştır. Kitabesinde; “Bu mescit mamuresi 621 yılı Rebiülevvel ayının birinde, Emir-ül Mümininin burhanı dünya ve dinin yücesi Keyhüsrev oğlu büyük Sultan Keykubat’ın hükümdarlık günlerinde, Allahın rahmetine muhtaç zayıf kulu, Konyalı Kulu oğlu Ferruhşah’ın ellerinde tamamlanmıştır” yazmaktadır.

Duvarları kesme, moloz ve tuğla malzeme ile yapılmış, yer yer devşirme malzeme kullanılmıştır. Kare planlı, tromplarla geçilen tek kubbelidir. Yapı birkaç kez büyük çaplı onarım görmüştür. En son 2009 yılında Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore edilmiştir. Yapının güney ve batı cephelerinde ikişer sivri kemerli pencere bulunmaktadır. Bunlar tuğla işçilikti ve sırlı tuğlalarla süslüdür. Yapı yüzeyindeki tüm devşirme malzemeler işlenmiş yüzüyle cephelere konulmuştur. Orijinal kapı kanatlan Akşehir Müze Müdürlüğünde koruma altındadır.
Yapının alt katında cenazelik denilen bir bölüm yer almaktadır. Bazı kaynaklarda Seyyid Mahmud Hayran tarafından bu bölümün, “Çilehane” olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bazı kaynaklarda da; Yıldırım Bayezid’ın bu cenazelik denen bölümünde esir edildiği ve burada öldüğü belirtilmektedir.
Yıldırım Bayezid’in Esir Tutulması ve Vefatı
Bazı kaynaklarda, Ankara Savaşı sonrasında, Yıldırım Bayezid’in bu mescidin altında yer alan bölümde esir edildiği ve burada vefat ettiği belirtilmektedir. Yıldırım Bayezid, 8 Mart 1403’de 43 yaşındayken Akşehir’de, neden olduğu hala bilinmeyen gizemli bir şekilde ölmüştür. Îbni Arapşah eceliyle öldüğünü yazar. Bazı kaynaklara göre; Timur’un beraberinde Orta Asya’ya doğru Hazar Denizi kıyılarından geçerek götürülmek isteniyordu ve en yakınlarından uğradığı ihanete dayanamayan I Bayezid hastalandığı için bırakılarak tedavisi için geriye gönderildiyse de vefat etmiştir. Diğer kaynaklar hastalığının ilerleyen romatizma ve bronşit olduğunu, Behiştî “humma-i muhrika (ateşli bir hastalık)” olduğunu bildirirler. Bizanslı tarihçi Dukas, kendini zehirlediğini, diğerleri ise esaret altında intihar ettiğini de belirtmektedirler.
Yıldırım’ın naaşı geçici olarak Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbesine defin edilmiştir. Ancak Semerkand’a dönerken Timur’a kendisini beğendirmiş olan Musa Çelebi’ye babası Yıldırım’ın naaşım alıp Bursa’ya birlikte götürmesi buyruğu verilmiştir. Bazı kaynaklara göre cenaze, Musa Çelebi tarafından Bursa’ya getirilmiş ve Yıldırım Camii yanındaki türbesine gömülmüştür. Diğer kaynaklar ise Musa Çelebi’nin babasının naaşını mumyalanmış olarak Germiyanoğlu Yakup Bey’e Kütahya’ya getidiğini; burada naaşın saklandığını ve 1404’de Çelebi Mehmed tarafından Bursa’ya getirilerek türbesine gömüldüğü yazılıdır.

Yorum yapın